Kim
Ki-Duk Kore sinemasının en çılgın yönetmeni olarak başladığı sinema serüvenine
dünya çapında çılgınlıkları ve cesurluğuyla devam ediyor. Gösterime gireceği
zaman yoğun cinsel ve şiddet unsurları sebebiyle tepki alan ve kısmi gösterim
hakkı bulan film, Filmekimi 2013 sayesinde Türkiye’de izleyicilerle buluştu.
Biletleri ilk günden tükenmesine rağmen belki boş bir koltuk bulunur umuduyla
caddelere taşan sinemaseverlerin oluşturduğu kalabalık da görülmeye değerdi
üstelik.
Yönetmenin
filmografisinde cinsellik, şiddet ve duygusuzluk, mekansızlık, acı, ikame etme
temalarını bolca izliyoruz. ‘Acı’ filminde aile kavramına vurgu yapmış ve
aileyi reddeden tavrı simgeleştirmişti. Yönetmenin bir diğer öne çıkan teması
ise “kısasa kısas” vurgusu, her şey doğadaki benzeriyle yer değiştirirse
dengeler oturur ve belki de o zaman empati kurmak mümkün olur. Fedakar Kız,
Zaman, Acı gibi filmlerinde bu kısasa kısas vurgusunun yoğunlaştığı görülür.
Aynı zamanda güç kavramı, mazoşist yönelimler, cinsel organlara yönelik
obsesyonlar da yönetmenin bilinçaltı havuzunu dolduran diğer temalar olarak
sayılabilir. Dünya çapında biraz yasaklı ve zor temalar olduğu için anlaşılmama
tehlikesi de taşıyor ama yine de meyve ağacı gibi çalışıp yılda bir film
çıkarmayı başararak kendini ispatlıyor.
Dünya
çapında tartışma yaratan son filmi de yine aynı seviyede ama daha spesifik bir
kanalda ilerleyen bir film olarak karşımıza çıkıyor. Tüm filmlerinde yer verdiği
cinselliği Moebius’te filmin merkezine oturtarak bir ailenin cinsel enerji
sebebiyle yok oluşunu anlatıyor. Bu aile tabi toplumun cinsel arzularını
yansıtıyor, saplantı düzeyinde yaşanan bütün cinsel temaları. Filmin hikâyesine bir bakıp arkasından
değerlendirmek daha iyi olabilir. Eşini aldatan baba, eşi ve çocuğu tarafından
fark edilir. Aldatıldığı için eşinin penisini kesmek isteyen kadın, eşiyle
mücadelede güçsüz kalınca içindeki öfkeyi bir diğer penis sahibi olan oğluna
yöneltir. Hıncını aldıktan sonra evi terk eder. Penissiz kalan çocuğun hayatı
bir anda değişir, sessiz, masum bir ergenlik geçiren çocuk bir anda cinsel
organını kaybetmenin yarattığı kaygıyla hırçınlaşmaya, sertleşmeye, öfke
kusmaya başlar. Artık sertleşmeyen penisinin yerine kendisi sertleşerek bu
enerjiyi alternatif yollarla dışarı atmaya çalışır. Cinsel doyum yaşayamayan
çocuk babanın da önerleriyle mazoşist yeni alternatifler keşfeder. Oğlunun
durumundan kendini sorumlu tutan baba çözüm yolları arar ve ameliyatla kendi
organını oğluna nakleder. Babasından aldığı cinsel organ kadınların yanında
sertleşmeyince yeni bir çöküntü yaşanır. Bu çöküntü hem çocuk hem de baba
tarafından yaşanır. Bu süreçte geri dönen anne eşinin organının oğluna
nakledildiğini öğrenince oğluna ilgi duymaya başlar. Aslında bu ilgi bir beden
den ziyade cinsel organa yönelik obsesif düzeyde bir eğilimdir. Bedenlerin,
kimliklerin bir önemi yoktur, sadece peni önemlidir ve eğer enerji birikmişse
boşaltılmalıdır. Annenin yakınlaşma çabalarından rahatsızlık duyan baba ve
çocuk öfke patlamaları yaşamaya başlar. Fakat annesinin yanında organının
sertleştiğini fark eden çocuk büyük bir ikileme düşerek annesini arzulamaya
başlar. Bu durumu kabullenemediği için bastırmaya çalışır ama rüyalarında bu
arzu yeniden ortaya çıkar. Baba ise sebep olduğu bu felaketi daha fazla
kaldıramayıp eşini ve kendini öldürür. Bunu gören çocuk ise her şeyin sorumlusu
olarak gördüğü ve bedeninde taşıdığı babasına ait penise silah sıkarak intihar
eder.
Açıkça
görüldüğü gibi film tam bir hadımlık karmaşası ve Odipus Kompleksi örneğidir.
Libidal enerjinin yönelimi üzerine tam bir anti-güzellemedir. Bu kavramlar
üzerinden ilerleyerek filmi psikanalitik ve psikososyal açıdan inceleme
şansımız olabilir. Cinsel enerjiyi anlamak için Sigmund Freud’un teorileri
filme ışık tutabilir. Anne ve babanın yaşadığı durum tam bir hadımlık karmaşası
durumudur. Kadınlarda penis kıskançlığı olarak ortaya çıkan bu durumu filmde
çok belirgin referanslarla görebiliyoruz. Aldatıldığı için penise düşmanca
yaklaşan kadın kendini aldatan kocasıyla baş edemeyince, suçsuz olan ama penis
sahibi olan oğluna yönelir. Bu noktada kadın artık kişiye değil organa
düşmanlaşmıştır. İçindeki karmaşayla baş edebilmenin tek yolu kaygı nesnesini
ortadan kaldırmaktır. Freud, kadınlarda
penis düşmanlığının altında yatan bir sebebin ona sahip olamama olduğunu
söyler. Filmde buna benzer bir tema da mevcut. Oğlunun penisini kesen anne, onu
yutarak içine alma yöntemini dener ve böylece ona sahip olma ve onu bedeninde
taşıma istencini nispeten karşılayabileceğini düşünür. Ama bedeni bunu kabul
etmez ve tekrar dışarı çıkarır. Yine psikanaltik açıklamaya göre erkeklerde
hadımlık karmaşası, sahip olduğu penisi kaybetme korkusu olarak ortaya çıkar.
Baba, ilk günden itibaren içinde taşıdığı suçluluk duygusuyla baş etmek için
penis nakli konusunu araştırır. Ama öte yandan bu nakli çok da istemez,
suçluluk duygusu ve hadımlık karmaşası birleşir ve baba sağlığını kaybetmeye
başlar. Oğluna alternatif orgazm yöntemleri öğreterek kendi içinde hadımlık
sürecini hafifletmeye veya ertelemeye çalışır. Ona göre, eğer oğluna sundurğu
alternatif yöntemler işe yararsa belki de cinsel organ nakline gerek
kalmayabilir. Alternatifler çalışmayınca kendi organını bir çöküntü hissiyle
oğluna verir ama kendisi tam br yıkım duygusuna kapılır. Bütün çekiciliğini,
gücünü, varlığını ve anlamını kaybetmiş gibi hisseder. Bu durum zamanla onu
öfkelendirir, tıpkı oğlunun organını kaybettiği zaman davrandığı gibi
hırçınlaşıp saldırganlaşmaya başlar. Çünkü sosyal açıdan penis kavramı erkek
tarafından güç ve varlık sembolü olarak algılanır. Toplum içinde, libidal
enerjisini atamayan, gücünü yitirmiş erkek işe yaramaz olarak görülür. Çünkü bu
algıya göre işe yarayan tek şey penistir. Onu kaybedince her şey gider. Bu
sebeple filmin sonunda tüm bunlara sebep olarak eşine yönelip önce onu öldürür, sonra
kendisini. Eşini aldatarak süreci ilk başlatan ve belki de her şeyin tek
sorumlusu kendisi olmasına rağmen sadece kendini öldürmeyi düşünmez, ona göre
cinse organ katili saydığı eşi de en az kendisi kadar suçludur.
Çocuğun
geçtiği süreçleri ise Odipus Kompleks açısından inceleyebiliriz. Odipus Kompleksine göre her çocuk erken
yaştan itibaren karşı cinsten olan ebeveynini arzular. Bu yüzden çocuklar
hemcinslerine karşı kösnül duygular beslerken, karşı cinsten olan ebeveynine
karşı arzuyla karışık düşmanlık duyguları da beslemektedir. Filmde bu örneği
bir erkek çocuk üzerinden görüyoruz. Ki zaten bu fikrin orijinal kitabında
(Kral Odipus, Sophokles)erkek çocuk ve anne örneği vardır. Kim Ki-Duk’un bu
metni referans kabul ettiği anlaşılıyor. Babasından nakil aldığı penisinin
sadece annesinin yanında sertleşme yaşayabilmesi ancak bu şekilde
açıklanabilir. Çocukluk yıllarından itibaren içinden çıktığı, emdiği, sarıldığı
bedeni hayatın buhranlı zamanlarında daha çok özlemekte ve arzulamaktadır.
Freud’un bu görüşü oldukça tepki çekmiş olsa bile yönetmenin bu fikri dikkat
çekici bulduğu anlaşılıyor. Sadece annesiyle beraberken sertleşme yaşayan çocuk
bu durumu kabul edilemez bir gerçek olarak gördüğü için bastırarak bilnçaltına
atar. Ama rüyalarında bilinçaltı malzeme açığa çıkar ve uyanık bilinçle
reddettiği arzularını rüyasında doyurarak bu durumun yarattığı basıncı
hafifletir. “Sadece nevrotikler değil, herkes bu sapık, ensest ve cinayet
rüyalarını gördüğü için, bugün normal olan insanların, sapmalardan ve Odipus
Kompleksinin nesne-yüklerinden geçen bir gelişim seyri izlediği ve bunun normal
bir gelişim seyri olduğu, nevrotiklerin sadece, rüya analizi yoluyla sağlıklı
insanlarda da bulduğumuz şeyleri ağırlaşmış ve abartılmış bir şekilde yaşadığı
sonucuna varabiliriz.” (Freud). Freud’a göre insanlar bu rüyaları görür çünkü
içlerinde benzer arzular gizlidir. Öyle ki bu duruma yüzleşmek çok zor olduğu
için filmdeki aile başa çıkmak yerine intihar etmeyi tercih etmiştir. Tam da
anne babanın ölümü konusunda Freud’un bir
başka önemli tespiti vardır. “Odipus’un suçlarından biri ana ensesti, diğeri
ise baba katilliğidir. Bunların, insanlığın ilk toplumsal dini kurumu olan
totemizmin ön gördüğü iki büyük suç olması da dikkate değer.”
Çocuğun,
organını kaybettikten sonra babasının sevgilisine yönelmesi de dikkatten
kaçmaması gereken bir nokta. O kadına
giderek hem kendi cinsel gücünü görmek istiyor hem de hala penis sahibi olan
babasının yerine geçmek istiyor. Böylelikle içine düştüğü çukurdan çıkabilmek
için bir yol arıyor. Organ naklinden sonra yine aynı kadına giderek ilk denmeyi
onunla yapmak istiyor ve fakat sertleşme sorunu yaşadığı için bu birleşme bir
türlü gerçekleşmiyor.
Bir
bütün olarak bakıldığında fetişist düzeyde bir penis teması var. Erkeklerin güç
algısına yönelik çok etkileyici bir eleştiri. Erkeklerin cinselliği, kadınları,
kendi bedenini ve hayatı algılamasındaki problemleri ve açmazları ve bunların
yarattığı manik çöküntüyü hiç diyalog kullanmadan anlatıyor yönetmen. Film
boyunca karakterler hep bir orgazm olma telaşı içindedirler. İzleyicinin
sınırlarını zaman zaman zorlayan bir penis-orgazm teması vardır. Adeta filmdeki
herkes penise tapıyor. Bir çok açıdan sertlik barındıran film, tam bir
egemenlik ve güç istenci eleştirisi olarak izleyiciyi tatmin ediyor.
Yorumlar