“YİTİRME SANATINDA USTALAŞMAK”
Vizyona giren Beni Unutma (Still Alice) filmiyle birlikte
unutmak, hafıza kaybı, hatırlamak gibi hayatın temel bazı kavramlarını tekrar
sorgulama ihtiyacı doğdu. Bu yazıda Beni Unutma filmi üzerinden bu konuyu
tartışmaya ve hatırlamak veya unutmak kavramlarını sorgulamaya çalışacağım.
İnsan hafızasının bilgi depolama kapasitesi hiçbir zaman
dolmadı. Herkes kendi hayatının malzemesini hafızasında taşıyor. İnsanın
kendine ait bütün anlamları, tanımlamaları, anıları, özellikleri, planları,
düşleri, düşüşleri ve düşünceleri hafızasında saklı duruyor. Hafızanın yok
olması durumunda kişi eskisi gibi kendisi olmayacaktır. Kişilerin hafızası
toplumun da hafızasını belirler. Toplumsal bellekte yer alan katliamlar,
sürgünler, darbeler, işkenceler hiçbir zaman unutulmadı. Peki unutulursa? Bir
sabah kalkınca geriye dönük hiçbir bilgiye sahip olmadığımızı görürsek ne olur?
Geçmiş yaşantılara dayanarak gelecek kurgulandığı için aslında düne ait her şey
kaybolduğunda gelecek de belirsizleşmeye başlar.
Unutmayı ifade eden tipik terimler demans, amnezi,
alzheimer ve bunama olarak belirtilebilir. Tibbi olarak aralarında kısmi
farklılıklar bulunan bu kavramların tamamı unutmayı ifade eder. Unutmanın bazı temel belirtileri şöyle
karşımıza çıkar: günlük yaşamı
etkileyecek kadar unutkan olma kişilerin adlarını, olayları hatırlayamama,
gündelik işleri yapamama (yemek yapmak gibi), kelimeleri bulurken zorlanmak,
tarihleri ve bilinen yolları hatırlayamama, çok basit konularda bile karar
vermede güçlük çekme, hesap yapamama, pratik düşünmede zorluk çekme, eşyaların
yerlerini karıştırmak (koyarken başka yere koymak), davranışlarda ve ruh
halinde değişiklik, karakter özelliklerinin değişmesi, insanları suçlama,
sorumluluk sahibi olmaktan kaçmak alzheimerın belirtileridir.
Richard
Glatzer ve Wash
Westmoreland tarafından
çekilen ABD yapımı Beni
Unutma (Still Alice, 2014 )
filmi, Julianne Moore, Alec Baldwin, Kristen Stewart gibi oyuncular tarafından canlandırılarak hayat buluyor. Filmde Alice (Julianne Moore)
kariyer sahibi bir akademisyen olarak ailesiyle mutlu bir hayat
sürmektedir. Üniversitede verdiği bir konferans esnasında aradığı kelimeyi bir
türlü bulamayınca bir şok yaşatır ve daha sonra yürüyüşe çıktığında evin yolunu
bulamaz. Bunun üzerine bir nöroloğa görünür. Nörolog erken alzheimer
şüphesinden bahseder. Bunun genetik olarak taşındığını ve normalde çok daha
ileri yaşlarda başlayan bu hastalığın Alice'te erken yaşta başladığını
vurgular. Bunun üzerine hayatının seyri değişen Alice bu gerçeği bir süre
ailesinden gizlemeye karar verir. Fakat hayatı gerçek anlamda zorlaşmaya
başladığında eşiyle durumunu paylaşır. Giderek aradığı kelimeleri bulmakta
ve günlük yaşam becerilerinde zorlanmaya başlar. Evde tuvaletin nerede
olduğunu unuttuğu için altına kaçırmaya başlar. Kızının adını unutur. Doğum
tarihini, nerede yaşadığını, kaç çocuğu olduğunu ve isimlerini telefonun notlar
bölümüne kaydederek yaşamını kolaylaştırmaya çalışır. İleride çok kötü bir
duruma geldiğinde intihar etmeyi düşünemeyecek kadar ağırlaşacağını hesap
ederek kendine bir video hazırlar ve nasıl intihar edeceğini kendine anlatır.
Alzheimer giderek ilerler ve işinden ayrılmak zorunda kalır. Giderek
yalnızlaşır, kendini izole eder. Eşine karşı utanç duguları yaşar. Filmin bir
yerinde "keşke kanser olsaydım, o zaman daha az utanırdın der." Eşi
ise Alice'e karşı ilgili olmakla beraber kendi kariyeri peşindedir. Alice eşine
bu yıl izne ayrıl, belki de hatırlayacağım son yazı yaşayacağım demesine rağmen
bu teklifi karşılık bulmaz.
Filmde alzheimer hastalığının tüm aşamaları sırasıyla
görülüyor. Bir yandan içine düştüğü hastalığın psikolojik etkileriyle baş
etmeye çalışan Alice öte yandan eşi ve çocuklarına karşı güçlü görünmeye
çabalar. Genel anlamda alzheimer hastalarının ruhsal belirtileri arasında
sayılabilecek olan üzüntü, keyifsizlik hali, keder, kızgınlık, yalnızlık
duygusu, depresyon, uykusuzluk, çaresizlik, utanma, alınganlık ve son olarak da
intihar düşünceleri gibi temel bütün duygusal süreçleri hisseder. İçine
düştüğü kuyudan hiçbir zaman çıkamayacak olduğunu bilmesi ve bugüne dair her
şeyin hafızasında hiç yer etmeyeceğini bilmesi ona çok ağır gelir. Nitekim
kendine video mesaj yoluyla hazırladığı intihar planını devreye sokar fakat son
anda bakıcının eve gelmesiyle birlikte bu plan gerçekleşemeden ortadan kalkmış
olur. Ama önemli olan Alice'in unutmak karşısında verdiği tepkilerdir.
Hatırlamamanın karşılığını ölmek olarak ifade etmeye çalışır. Çünkü ömür
boyunca zihniyle var olmuş ve kendini hep bu şekilde ifade etmeye çalışmıştır.
Yani hafızasının işlevsizleşmesi hayatının işlevsizleşmesiyle eş anlamdadır ve
biri yoksa diğeri de yok hükmündedir. Bana göre filmin en vurgulu noktası bu
intihar girişimidir. Ve video şu cümleyle başlar:"Merhaba Alice, ben
aslında senim." Yani videoyu kaydederken bir gün kendi yüzünü gördüğünde
tanıyamayacak olduğunu daha o zamandan anlamıştır Alice. Bu herkes için çok
ağır bir durumdur. Bir gün aynadan gördüğünüz yüzünüzü bir başkası sanmanın
ağırlığı herkesin taşıyabileceği bir durum değildir.
Yaşanan durum Alice için olduğu kadar ailesi için de bir o
kadar ağır bir durumdur. Eşi ve çocukları bir ömür beraber yaşadıkları Alice'in
kendilerini bir daha hatırlamayacağını ve her defasında kendilerini
hatırlatarak iletişim kurmaları ailesi için oldukça ağır bir
travmadır. Aile içinde söz hakkı ve iradesi giderek zayıflayan Alice
zamanla evdeki herhangi bir eşya gibi temzilenmeye ve bakıma muhtaç bir hal
alacaktır.
Hafıza, unutmak, hatırlamak gibi sanatın kendi üzerinden
yeniden ürettiği temalar Türkiye sineması açısından çok tanıdık bir tema değil.
Geçmiş filmler incelendiğinde genel anlamda hafıza kaybı, görme veya işitme kaybı
gibi durumlar daha çok belirli bir kaza sonrası ortaya geçici olarak ortaya
çıkan problemler olarak görülür. Yeşilçam yıllarında bu durum çok daha net
olarak karakterize edilebilir. Bir travma sonrası hafızasını kaybeden
karakterler yine başka bir beyin travması sonrasında hafızasına tekrar kavuşur.
Oysa bu durum bilimsel olarak sorunlu bir tanımlama biçimidir. Bu basitliğin
ötesine gidemeyen Türkiye sineması aynı zamanda konunun özünü de kaçırmak gibi
acı bir durumla karşı karşıyadır. Yakın dönem sinemada ise karakterini hafıza
kaybına bağlı olarak tanımlayan iki film görüyoruz. İlk film Ömer Vargı
tarafından 2007 yılında çekilen Kabadayı filmi. Yavuz Turgul’un senaryosu olan
filmde Şener Şen’in canlandırdığı Ali Osman karakteri yaşla beraber hafıza
yitimi yaşamaktadır. Durumu giderek ağırlaşan Ali Osman ömrü boyunca yaşayarak
biriktirdiği bütün değerlerini anılarıyla birlikte yavaş yavaş kaybeder. Unutmak
üzerine temellendirilmeye çalışılsa da film meselenin özünden çok uzaktır. Asıl olarak Özer Kızıltan tarafından 2011
yılında çekilen Beni Unutma filmi meselenin tam da özüne temas etmeyi
başarmıştır. Filmde Sinan (Mert Fırat) ve
Olcay(Açelya Devrim Yılhan) arasındaki ilişki ve hafıza kaybına bağlı
olarak ortaya çıkan değişimler anlatılmaktadır. Filmin asıl meselesi hatırlamak
ve unutmak üzerine kuruludur ve prensip olarak Still Alice filmiyle
benzerlikler taşımaktadır. Türkiye sinemasında hafıza teması üzerine yapılmış
en iyi film olarak anılmak bu filme verilecek en büyük ödüldür.
Dünya sinemasında ise bu temanın sıkça işlendiğini ve örneklerine
çokça ulaşılabildiği görülüyor. Birçok örnek arasından başlıcalarını şöyle
sayabiliriz: Lost Highway (Kayıp Otoban) (1997), Eternal Sunshine Of Spotless Mind (Sil
Baştan) (2004), Mulholland Drive (Mulholland Çıkmazı) (2001), Spellbound
(Öldüren Hatıralar) (1945), Memento (2000), Butterfly Effect (Kelebek Etkisi)
(2004), Bourne Identity (Geçmişi Olmayan Adam) (2002), The Jacket (Çıldırış)
(2005), English Patient (İngiliz Hasta) (1996). Dünya sinemasının çoktan
keşfettiği hafıza temasını Tirkiye yapımlarında da yaratıcı örneklerle seyretmeyi
umuyoruz.
Kaynaklar
Wikipedia.org
Beyazperde.com
Not:
Yazının başlığı filmde de yer verildiği üzre şair Elizabeth Bishop’un bir
dizesinden alıntıdır.
Yorumlar