Ali Rıza Duru
KELEBEĞİN RÜYASI İÇİN AĞIT
Yılmaz Erdoğan'ın Vizontele başarısından sonra çektiği en oturaklı film olduğu kesin. Türkiye sinemasında eşine uzun süre daha rastlanmayacak bir giriş sahnesiyle aklımızda hep kalacak. Eşeğin gözlerindeki parlayan ışığın giderek büyümesi ve sonra bir maden ocağı görüntüsüyle başlayan film seyirciyi ilk dakikalarda büyülüyor. Doğal olarak filmin gidişatıyla ilgili olarak da çeşitli öngörülerde bulunmamıza yol açıyor.
Nuri Bilge Ceylan ve Bahman Ghobadi'yle çalışmış bir Yılmaz Erdoğan'ın ne tür bir dönüşüm yaşadığını hep çok merak etmiş ve çekeceği ilk filmi bu yüzden sabırsızlıkla beklemiştim. Nitekim bu sürecin sonundaki daha ilk filminde ciddi bir değişim içinde olduğunu gördüm. Filmin görüntü yönetimi, oyunculuk ve ana kurgunun akış çizgisi yönünden Erdoğan'ın kendini geliştirdiği açıkça görülüyor. Bunun yanında şairlerin hayatlarına ve onlara dair çoğu eserlere gönülden ve olumlu bir yaklaşım içinde oluşumdan da kaynaklı olarak filmi olumlu bir yargıyla izledim. Belçim Bilgin'in kötü ve kulak tırmalayan kahkahaları dışında oyunculuk açısından rahatsızlık yaratan bir unsur yoktu. Şairlerin tamamı ilgili, meraklı, şiiri yaşayan, yaşadığını şiire ulaştıran, şiirle aşık olan, aşkla şiire varan karakterler. Verem mikrobunun bulaşmasıyla beraber hayatları da tamamen değişiyor tabi, şiiri hayata yazan bu genç şairler hastalıktan sonra şiiri duvarlara yazmaya başlıyor. Varlık Dergisi'nde şiirlerinin yayınlanması onlar için en büyük hayal, ama hayatlarına bulaşan mikrop onları gencecik yaşta yok edip atacak ve onlar adı bilinmeyen şairler olarak tarihin gizli hatıra defterinde sadece açanların bilebileceği kişiler olarak yerlerini alacaklardır. Sonuç olarak bir dönemi anlatan bu film, kimi yerlerde arka fonda bir savaşın ayak seslerini de bize ulaştırıyor ama en çok da yer üstündeki savaşın. Halbuki filmin açılış sahnesinde yer altında hiç fark edilmeden yıllardır süren başka bir savaşın görüntüleri yer almıştı. Erdoğan'ın o sahneyi gerçekçi bir güzelleme olarak kurduğu ve aslında filme dair daha ilk dakikada oluşan beklentiye cevap veremeyeceğini yine kendi eliyle anlatıyor. Aslında filmi çekerken kafasının karışık olduğu hissini de yaratan bu ilk sahne, aynı zamanda yönetmenin fikirsel cesaretsizliğinin de sonucu olabilir. Maden ocağını gösterip sonra da orayı bir fantezi haline getirme çabası ancak böylesi bir pasifliğin sonucu olabilir. Çünkü üst perdede aşkı, aşka dair şiirleri ve bu madenlerde oluşmuş verem mikrobunu (bu iki şair de maden işçisi değildir) anlatmak zannediyorum hazmedilmesi daha kolay konular olmuştur.
Kelebeğin Rüyası, rüya açısından arkasından ağıt yakılacak cinsten bir film olmuş.
Nuri Bilge Ceylan ve Bahman Ghobadi'yle çalışmış bir Yılmaz Erdoğan'ın ne tür bir dönüşüm yaşadığını hep çok merak etmiş ve çekeceği ilk filmi bu yüzden sabırsızlıkla beklemiştim. Nitekim bu sürecin sonundaki daha ilk filminde ciddi bir değişim içinde olduğunu gördüm. Filmin görüntü yönetimi, oyunculuk ve ana kurgunun akış çizgisi yönünden Erdoğan'ın kendini geliştirdiği açıkça görülüyor. Bunun yanında şairlerin hayatlarına ve onlara dair çoğu eserlere gönülden ve olumlu bir yaklaşım içinde oluşumdan da kaynaklı olarak filmi olumlu bir yargıyla izledim. Belçim Bilgin'in kötü ve kulak tırmalayan kahkahaları dışında oyunculuk açısından rahatsızlık yaratan bir unsur yoktu. Şairlerin tamamı ilgili, meraklı, şiiri yaşayan, yaşadığını şiire ulaştıran, şiirle aşık olan, aşkla şiire varan karakterler. Verem mikrobunun bulaşmasıyla beraber hayatları da tamamen değişiyor tabi, şiiri hayata yazan bu genç şairler hastalıktan sonra şiiri duvarlara yazmaya başlıyor. Varlık Dergisi'nde şiirlerinin yayınlanması onlar için en büyük hayal, ama hayatlarına bulaşan mikrop onları gencecik yaşta yok edip atacak ve onlar adı bilinmeyen şairler olarak tarihin gizli hatıra defterinde sadece açanların bilebileceği kişiler olarak yerlerini alacaklardır. Sonuç olarak bir dönemi anlatan bu film, kimi yerlerde arka fonda bir savaşın ayak seslerini de bize ulaştırıyor ama en çok da yer üstündeki savaşın. Halbuki filmin açılış sahnesinde yer altında hiç fark edilmeden yıllardır süren başka bir savaşın görüntüleri yer almıştı. Erdoğan'ın o sahneyi gerçekçi bir güzelleme olarak kurduğu ve aslında filme dair daha ilk dakikada oluşan beklentiye cevap veremeyeceğini yine kendi eliyle anlatıyor. Aslında filmi çekerken kafasının karışık olduğu hissini de yaratan bu ilk sahne, aynı zamanda yönetmenin fikirsel cesaretsizliğinin de sonucu olabilir. Maden ocağını gösterip sonra da orayı bir fantezi haline getirme çabası ancak böylesi bir pasifliğin sonucu olabilir. Çünkü üst perdede aşkı, aşka dair şiirleri ve bu madenlerde oluşmuş verem mikrobunu (bu iki şair de maden işçisi değildir) anlatmak zannediyorum hazmedilmesi daha kolay konular olmuştur.
Kelebeğin Rüyası, rüya açısından arkasından ağıt yakılacak cinsten bir film olmuş.
Yorumlar