Bir şiiri anlatamazsınız, şiirler
sizin hislerinizi başkasının dilinden anlatmak için vardır ve çoğu kez
şairlerle bilinmeyen gizli bir dostluk kurarsınız, onun dilinden kendinizi en
iyi anladığınız şairlerle. Sen Aydınlatırsın Geceyi, Onur Ünlü ’nün son filmi olmasının ötesinde
bir Ah Muhsin Ünlü şiiri adeta. O nedenle anlatılması zor ama izleyince aynen
yönetmenin şiirlerini okurken söylediğiniz gibi “tam da böyle” dedirten görsel
bir metin. İçinde absürt öğeler olan bir filmde gözleriniz doluyorsa yönetmen
sizi bir şiirin içine çekmiş demektir. Kitap okurken cümlelerin altını
çizenlerden ve bazılarının yanına ufak notlar düşenlerdenseniz, not defterinizle
izleyin bu filmi ve altını çizin sahnelerin…
Biz bu hayatta kırmızıya boyalı,
birinin her zaman diğerinin taklidi olduğu ritüellere alıştırıldık. Bir şey
ille de başkaları nezdinde anlamlı olacaksa, ağdalı bir paketi olacaktı, arka
planda bekletilen ve günü gelince rollerini oynayacak onlarca yardımcı oyuncu
hazırda bekletilecekti. Evlilik mesela tam da böyle bir şey. Biz evliliklerin,
ışıklandırılmış ambiyanslarına, herkesin zamanı gelince bir parçası olduğu ama
sadece bizim başımıza geliyormuş gibi yaşanan büyük abartısına alıştırıldık. Şimdi
bu filmde bir kusma anını düşünün. Ağızlardan fışkıran safran rengi kusmuklarla
bir kadın ve bir erkeğin yan yana olduğu bir anı. Tam bu anda gelen bir evlilik
teklifini ve ağzında kusmuk artıklarıyla evlenelim diye onay veren bir kadını. Aslında
evlilikler bazen, bu kusma anı kadar sıradan, bu kusma anı kadar sırası gelmiş
ya da tam o an gibi bazen denk geldiği için…
Aşka gelince… Sen Aydınlatırsın
Geceyi bir aşk temasına sahip ama buram buram aşk kokmuyor. Aşkın en büyük
güzellemesi olan şehvetli sevişme sahnelerine de tanıklık etmiyoruz. Ama aşkı
anlıyoruz. Bazen birileri en akıllarda olmayan bir anda birbirine sığınıverir,
adı aşk olur. Siyah-beyaz bir filmi sanki renkli bir film izliyormuşçasına,
siyahın ve beyazın birçok tonunu sanki farklı renklerden geçiyormuşçasına
izlettiren yönetmen, aşkı da en sahici dille veriyor. Hayatta da olduğu gibi
zaman duruyor mesela ama dünya dönüyor. İki kişilik bir aşk romantizmine
saplanıp geri kalanı unutmuyorsunuz, aşktan nasibinizi alıyor ama hayatta
herkesin payına düşen “bir kez yalan söyleme hakkının” da aşkın içinde ne kadar
gerçek bir şey olduğunu farklı iki ayrı hikayede yakalıyorsunuz. Zaten böyle
böyle anlıyorsunuz bazı yalanların diğerlerinden daha anlaşılabilir olduğunu…
Herkesin bu hayatta bir endişesi
var bir de yaşadıklarından arta kalan korkuları. Bu filmde, yönetmenin
şiirlerinde de rastladığımız ölüm vurgusu sık sık karşınıza çıkıyor. Herkesin
kanadı bir yerinden kırık bu filmde, bu kasabanın annelerine ne olmuş diyorsunuz. Tüm kasaba annesiz büyümüş gibi, o yüzden
kimsenin sığınacak yeri yok. Biri birini vursa, arkasından ağlayacak kimsesi
yok gibi kasabadakilerin. O yüzden mi bilinmez herkes birbirini vuruyor bu
kasabada. Bazen av tüfeğiyle, bazen yalanlarıyla, bazen sadece vurması
gerektiği için. Ama hayatın her alanında birilerinin bir kere de olsa
rastladığı o adamlar ölmüyor bu filmde. Vursan da ölmüyor. Yine bir şiirden
anladığınız gibi anlıyorsunuz, o adamların aslında hiç ölmediklerini. Kötüye
yapılan bir vurgudan ya da kötülük bitmez klişesinden yola çıkılmıyor burada,
ölüme kafayı takmayanlar için hayat ne denli umarsız yaşanabiliyor onu
görüyorsunuz. O adamların gücünü, ölümsüz bir hayat illüzyonundan aldıklarını
anlıyorsunuz. Ölüm bilinci olmadan yaşanan hayatlar devam ettikçe, mahallenin
kötü adamları da daim olacak diyorsunuz…
Filmde her sahnenin ardı var. Her
bir sahnenin üzerine kaç saat konuşulur diye düşünüyorsunuz. Film bitince de aynen
düşündüğünüz gibi üzerine saatlerce konuşuyorsunuz. Tek isimli ama çok parçalı bir şiir kitabı
gibi. Filmden sonra aklınızdan çıkmayan çok şey oluyor. Cemal’in bakışları… Bir
kuş vurularak yere düşerken, bir uçağın gökyüzüne yükselişi… Hayatla şiirin
arasına giren işkembe… Fonda çalan Mreyte, Ya Mreyte şarkısı ve ah o yıllardır
anlatamadığım ama sonunda birinin benim için tam da benim hislerimle anlattığı
Orhan Gencebay analizi… Ve en önemlisi, absürt denilen şeylerin aslında o kadar
da absürt olmadığı…
Yorumlar