"Babalar ki,
Bizde bitmeyen upuzun
tiratlardır."
Her çocuğun içinde bitmeyen bir tirat
olarak baba imgesi vardır. Bu imge bütün toplumsal belleği, öğretileri, rol
modelleri, otoriteyi, sevgiyi, sarılmayı ifade eder. Karmaşık bir içeriğe
sahiptir bu imge. Bir çocuk için baba fiziksel, zamansal ve duygusal uzaklığı
da ifade eder. Kimi zaman geçmişte kalan bir imgeye sarılıp bu uzaklık telafi
edilmeye çalışılır, zamandan aşırıp zamanı bir başka gelecek için yeniden
gökyüzüne dağıtılır. Her çocuğun içinde tarif edemediği kocaman bir boşluktur
baba, çize çize bitiremediği bir resim, koşa koşa sonuna varamadığı bir yol,
düşe düşe yere çarpamadığı bir uçurum ve düşüne düşüne anlayamadığı toplumsal
bir imge.
Babamın Sesi filmi adı Base olan annenin
köy dolmuşundan inip köy evine gitmesiyle başlar. Uzun zamandır kimsenin
yaşamadığı ve bakımsız kalan evi Base bir güzel süpürür. Evdeki tozlar
yaşanmamışlıkların dışavurumudur adeta, süpürdükçe yürekten bir damla kan daha
akar. Toplumsal ve siyasi bir arka penceresi vardır o evde yaşanmayan her bir
gerçeğin. Bu yüzden susmuştur Base, sözler anlamını yitirmiştir çünkü. Onun
için konuşulmaya değer tek kişi bilinmez telefonlarla evi arayan büyük oğlu
Hasan’dır. Babamın Sesi de aslında bir anlamda hiç görmediğimiz Hasan’ın hikâyesidir.
Çünkü onun hikâyesi aslında Maraş’ın tarihidir, Alevilerin tarihidir. O sessiz
ve belirsiz telefon çalışlarından sonra kasetlerden duyulan babanın
sesi anne Base’ye sürekli bir şeyler anlatır, çoğu zaman suçlayıcı bir tavrı
vardır. Kendisi yurt dışında çalışmakta olan baba, anneyi çocukların
eğitiminden sorumlu kılmıştır ama Türkçe bilmeyen Base’nin Türkçe eğitim veren
okullardaki derslerden bir şey anlamadığı ve bu anlamda çocuklarına yardımcı
olmaması da doğal bir sonuçtur. Ama baba bu anlamda pek anlayışlı davranmaz.
Çocuklarını iyi eğitemediği gerekçesiyle eşini suçlar. Okula başlamış olan
çocuklar da okulda öğrendikleri Türkçe kelimeleri yurt dışında hasretlik
yaşayan babaya göndermek için ses kayıtlarına çevirirler. Bu şekilde bir dilin
okulda ilk öğrenilişine ve yine bir başka dilin ise çöküşüne tanıklık etmiş oluyoruz.
Baba, Base’ye sürekli çocuklara Türkçe öğretmesinin önemi konusunda nutuklar
çeker ama aslında Base’nin kendisi Türkçe bilmediği için çocuklarına da bu
konuda yardımcı olamayacaktır. Bu noktada yurtdışına giden babanın aslında
yabancılaşma süreçlerini görmüş oluyoruz. Baba zor bir hayat yaşıyor olsa
da anadilini bir nebze kıyıda bırakmış ve birden fazla dil öğrenerek “entegre”
olmuştur. Oysa köyde kalan Base’nin durumu çok farklıdır. Bir yandan büyüyen
çocuklarının dil ve karakter gelişimleri, bir yandan eğitim hayatlarıyla
ilgilenirken eşinin ve çocuklarının kültürlenme süreçlerinin kendisinden çok
önce tamamladıklarını gören Base de durumun farkındadır aslında. Ama zor da
olsa biraz Türkçe öğrenmek dışında yapabileceği pek de bir şey yoktur. Ama yine
de eşinin çeşitli suçlamalarına maruz kalır.
Ses kayıt yöntemiyle babanın gönderdiği
mektuplar aslında bu toplumun okuryazarlık geçmişine ve bu konudaki sorunları
çözmedeki yaratıcılığına da vurgu yaplmış oluyor. Benzer bir temayı Gitmek:
Benim Marlon Brandom (H. Karabey) filminde de görmüştüm. Orada ise ses yerine
video yöntemi kullanılıyordu. Yine 11’e 10 Kala (P. Esmer) filminde de
kaydedilmiş sesler filmin içinde öyle güzel örülmüştü ki filmin dokusu haline
gelmişti. İletişim araçları açısından bu zenginliği filmlerde görmeyi
önemsiyorum. Dilin anlatı araçlarını çeşitlendirme ve sınırları zorlaması
sonucu daima sinemanın gelişeceğine inanıyorum. Babamın Sesi, anlatım olarak
oldukça sade ve çoğu zaman belgesele yaklaşan bir dil kullanıyor. İki Dil Bir
Bavul filminde gördüğümüz dili daha sinemasal hale getirdikleri kesin ve hatta
bu dille çok güzel bir tını yakaladıklarını da söylemeliyim. Özcan Alper’in sinema
dilini de buna benzetiyorum. Toplumsal hafızayı canlı tutan, geliştiren ve bu
anlamdaki sorumluluğu üzerinde taşıyan bütün yönetmenleri önemsiyorum.
"Babalar ki
yalnızlığın en uzun tarihidir
içlerinden gelip geçtiğimiz"
Elbistan’a annesinin yanına giden Mehmet
annesine Hasan’ın yerel deyimler ve ifadeler konusunda bilgi almak istediğini
söyledikten sonra annenin çalan sessiz telefonlarla olan ilişkisi de değişir. O
ana dek telefonda Sadece “Hasan?” diye seslenen anne artık telefonlar
çaldığında ona “lalijin, pasarin” gibi yerel deyişler hakkında bilgiler vermeye
başlar. Bu ikisi arasındaki ilişkiyi daha da güçlendirir ve aslında yeni bir
iletişim kanalının da önünü açmış olur. Tabi Base, Hasan’a söylediği her yerel
deyişin arkasında kendi durumlarını anlatan anlamlar eklemeden de duramaz. Telefondakinin
gerçekten Hasan olup olmadığını sorgulamanın anlamı bile yoktur, çünkü önemli
olan Base’nin bu durumu nasıl algıladığıdır ve ona göre telefondaki kişi
kesinlikle Hasan’dır. Hasan, evden
ayrıldığı zamanın berisinde kalarak hep uzak bir yerde durandır. Aslında filmde
“olmayan”dır o ve etkisi filmde sürekli canlı kalandır. Şehirlerde olmayan,
aile içinde olmayan, sosyal hayatta olmayan, toplumsal normlara uymayan ve bu
yüzden “olmayan”dır. Bu olmamışlık hali
onun aile içindeki yerinde de ailenin geçmişle olan hesaplaşmasında da
belirleyicidir.
Mehmet, geçmişini arayan, babasını
neredeyse hiç görmemiş ve daha çok kayıtlarda olan bir “ses” olarak algılayan
büyüyememiş bir yetişkindir. Ses kayıtlarındaki yaşantılar sayesinde geçmişini
tamamlayacak ve büyüyecektir. Büyümek her zaman sancılı olacağı gibi bu defa da
öyle olacaktır. Annesinin bütün direnmelerine rağmen Mehmet babasının
sesleriyle kendi çocukluğunun kapılarından girecek ve içeride dolanıp kendini
tamamlayacaktır. Bitmemişlik ve olmamışlık duygusu filmin genel yapısında
kendini hissettiriyor ama bu olmamışlık zaten filmin özünü oluşturuyor.
Toplumsal bellekte bir boşluk olarak kalan bir dönemin olmamışlığı içinde
büyümüş bir kuşağın hayatlarının kontrolünü eline alma çabasıdır bu. Filmin
başından itibaren öten o kuşun filmin sonunda uçması da belki Mehmet’in bu
tamamlanmaya çalışma sürecinin bittiğini ifade eder. Yine iş makinesinin devrilmesi
de bu bağlamda Mehmet’in içindeki baba imgesinin tamamlanması ve işlevini
yitirmesi olarak görülebilir. Babalar, oğullar için devrilen cisimlerdir belki
de, tanıdıkça bu düşüş hep daha çok büyür.
“Erken
çizilmiş karikatürlerimizdir babalar bizim;
Onları
tamamlaya tamamlaya
Çocuklarımızda
tamamlanmaya koşullanırız.”
Şiirler: Yalnızlıklar / Hasan Ali Toptaş
Yorumlar